Efendimiz (s.a.s.) Kimleri Şikâyet Edecek Reviewed by Momizat on . Allah Resulü’nün yüce ahlakına aşina olanlar, O’nun (sas) hayatında şikâyete hiç yer olmadığını bilirler. O (sas) engin şefkat ve merhametiyle, risalet davası u Allah Resulü’nün yüce ahlakına aşina olanlar, O’nun (sas) hayatında şikâyete hiç yer olmadığını bilirler. O (sas) engin şefkat ve merhametiyle, risalet davası u Rating:
Buradasınız: Ana Sayfa » İslam » Efendimiz (s.a.s.) Kimleri Şikâyet Edecek

Efendimiz (s.a.s.) Kimleri Şikâyet Edecek

Allah Resulü’nün yüce ahlakına aşina olanlar, O’nun (sas) hayatında şikâyete hiç yer olmadığını bilirler. O (sas) engin şefkat ve merhametiyle, risalet davası uğruna yüreğinde taşıdığı bitimsiz sevda ve aşk ile 23 yıl boyunca başladığı aynı heyecan ve coşkuyla, bu iş için nasıl çırpınıp durduğunu ve en zorlu zaman dilimlerinde bile, hiç kimseden şikâyetçi olmadığını da bilirler. 

Ama ortada bir şikâyetin olacağını haber veren, sözün en doğrusunu ve en güzelini söyleyen Kur’an’dır. Sizce Efendimiz (sas) kimlerden, ne adına şikâyetçi olacaktır?
    Acaba O (sas) Şib-i Ebi Talip’te kendisini 3 yıl adeta ölüme mahkûm eden Mekke’nin o kara yüzlü adamlarını mı şikâyet edecektir? Yoksa O (sas) 10 yıllık bir davetin ardından Taif’e büyük bir umutla gidip, oradan eli boş olarak dönerken, kimi ne adına taşladığını bilmeyen çocukların taşlarının hedefi olup, her tarafından kanlar akarken, kendisine böyle bir karşılığı reva görenleri mi şikâyet edecektir? Yoksa 53 yıl yaşadığı, çocukluğunun gençliğinin geçtiği, binlerce hatırasına mekân olan baba ocağı ve ana kucağı Mekke’ye sırt çevirip, Medine’ye doğru hicret etmek zorunda kalınca, kendisini buna mecbur eden o zalimleri mi şikâyet edecektir? Yoksa Uhud’da emrini dinlemeyip Ayneyn geçidini terk eden okçuları mı, ya da savaş bitmeden ellerinden kılıçları bırakanları mı şikâyet edecektir? Yoksa Huneyn’de kendisine savaşın başlangıcında ikinci bir Uhud yaşatan askerlerini mi, ya da bir cuma günü kendisini minberde ayakta bırakıp, gelen kervana doğru koşanları mı veya ifk hadisesine adları karışan sahabeden bazılarını mı şikâyet edecektir? Hayır, Alemlere rahmet olarak gönderilen o kutlu Nebi, ne burada saydıklarımızdan, nede 23 yıllık o zorlu hayatta karşılaştığı nice olayların herhangi birinden dolayı birilerinden şikâyetçi olacaktır? 
    Peki, rahmet abidesi Efendimiz, kimleri ne adına, kime şikâyet edecektir? İnsanı dehşete düşüren bu haberi bize veren Kur’an’ın istisnai bir sûresinin içerisinde geçen istisnai bir ayetidir. Bu hangi sûre ve hangi ayettir? Bu sûre tertipte Mushaf’ın 25. sûresi olan ve Mekke’de Darû’l-Erkâm yılları diyebileceğimiz, Nübüvvetin 5. yılında nazil olan Furkan Sûresi, ayet ise bu sûrenin 30. ayetidir.
   Furkan Sûresi’ni Kur’an içerisinde istisnai bir konuma çıkaran 4 temel hususiyet vardır.
1-    Bu sûre Kur’an içerisinde Tebâreke ifadesi ile başlayan iki sûreden biridir. Diğer sûre Mushaf’ta 67. sırada olan Mülk sûresidir. Tebâreke ifadesi Kur’an’ın tamamında toplam 9 kere geçmektedir. Bu 9 kullanımın ise, 3’ü Furkan sûresindedir. Bu ifade sûrenin ilk ayetinde geçtiği gibi, 10. ve 61. ayetlerinde de geçmektedir. Peki, sadece âlemlerin yegâne sahibi olan Allah için kullanılması gerekli olan  bu yüce ifade ne anlama gelmektedir. Tebâreke: “Özünde ve zatında bereket olan, harcamasına rağmen, yani varlık âlemini bu bereketinden nasiplendirmesine rağmen, bereketi azalmayıp sürekli artan hayır” demektir.  İşte bu muhteşem ifadenin, Furkan sûresinin hem ilk ayetinde, hem de başka 2 ayetinde geçmesi, bu sûreyi istisnai bir konuma çıkarmıştır.
2-    Sûrenin 63. ayetinde geçen ‘İbadu’r-Rahman/Rahman’ın has kulları’ ifadesi de bu sûreye istisnai bir hal kazandırmıştır. Bu Kur’anî ifade, ilahî kelam içerisinde biri burada, diğeri ise Zuhruf sûresinin 19. ayetinde geçmektedir. Orada bu ifade melekler için kullanılırken, Furkan sûresinde mümin kullar için, yani insanlar için kullanılır.
3-    Kur’an’ın özel bir ismi, vahyin de genel bir sıfatı olan Furkan nitelendirmesi hem bu sûrenin ismi, hem de ilk ayetinde geçen bir kelimesidir. Furkan kavramı Kur’an içerisinde tam 7 yerde geçmektedir. Bu kelime, Bakara 53, Alu İmran 4 ve Enbiya 48’de; Tevrat ve İncil’e bir vasıf olarak geçerken; Enfal 41’de ise Yevmü’l-Furkan şeklinde, iman ile inkârın ilk karşılaşması olan Bedir Gazvesi için kullanılmaktadır. Enfal 29’da ise; Allah’a karşı sorumluluk bilincini kuşananlara Allah’ın bahşedeceği bir özellik olarak geçmektedir. Bakara 185 ile Furkan 1’de; Kur’an’ın bir ismi ve özelliği olarak kullanılmaktadır. Furkan kavramının ne anlama geldiği konusuna gelince, bu konuda dilcilerimizin iki farklı görüş ileri sürdüklerini görürüz.
İlki: Furkan kavramını ism-i fail olarak değerlendirenlerdir. Bunlar bu kavramı fârık şeklinde ele alıp; “Özünde ve zatında hakkı batıldan ayırmış, kendi bünyesinde iyi ile kötüyü birbirinden tamamen seçip atmış” anlamını vermişlerdir. 
İkincisi: İsm-i mef’ul olarak değerlendirenlerdir. Bunlar ise bu kavramı mefruk şeklinde ele alıp; “İyinin kötüden kendisi ile ayrıldığı bir mihenk taşı” anlamını vermişlerdir.
    Furkan kavramının ait olduğu fu’lan vezninin temel özelliğini de burada belirtmekte fayda vardır. Bu veznin Arap dilindeki en temel hususiyeti; “ihtiva ettiği mana ile ağzına kadar dolu olması” özelliği taşımasıdır. Bu özelliği de dikkate alırsak Furkan kavramına şöyle bir mana verebiliriz: Hak ile batılı, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, hayr ile şerri, hidayet ile dalaleti, iman ile inkârı, yani her türlü güzellik ile çirkinliği öncesinde zatında ayıran, sonrasında ise varlık aleminde tefrik edendir.
   İşte böyle önemli bir nitelendirme olan Furkan kavramının hem sûreye isim olması, hem de sûrenin ilk ayetinde geçmesi, bu sûreyi istisnai bir konuma getirmiştir.
4-    Bu sûrenin en önemli istisnai hali ise hiç şüphesiz bizzat muhtevasıdır. 77 ayetlik bu sûre, ilk ayetinden son ayetine kadar bazen doğrudan, bazen dolaylı bir şekilde hep aynı konudan bahsetmekte, yani bir konu bütünlüğü ihtiva etmektedir. Bu temel konu vahiyden başka bir şey değildir. Vahye bu düzeyde içerisinde yer veren ikinci bir sûre Kur’an içerisinde hemen hemen yok gibidir. Öyle ki, bu sûre vahyin iniş sebeplerini, hikmetlerini, illetlerini, amaç ve gayelerini, ona tabi olanların kazançlarını, karşı çıkanların ise dünya ve ahirette kaybedeceklerini ve hepsinden önemlisi vahye sırt dönenlerin işin sonunda itiraf edecekleri pişmanlıklarını anlatır. İşte Furkan sûresi bu muhtevasından dolayı da istisnai bir hal kazanmıştır.
    Gelelim bu sûrenin her okuyanı sarsan o dehşetli ayetine. Bu ayette denilir ki:
“O gün Resul diyecek ki: ‘Ey Rabbim! Benim kavmim/ümmetim şu Kur’an’ı mehcûr bıraktı.”  Ayette geçen mehcûr ifadesine birçok Türkçe meal; “terkedilmiş, bırakılmış, uzaklaşılmış” anlamları verirken, Muhammed Esed; “gözden çıkarılacak bir şey olarak görmek” Mustafa İslamoğlu Hocamız ise; “devri geçtiği için terk edilmiş muamelesi yapmak” şeklinde farklı çeviriler yapmışlardır. Burada Esed’in çevirisini esas alırsak bu ayeti, “Allah Resulü (sas) kıyamet günü ümmetinden bazılarını, Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördükleri için Allah’a şikâyet edecektir” şeklinde anlamaktayız.
    Bir an bu tabloyu zihinlerimizde canlandıralım: Hâkim; hüküm verenlerin en adili ve hayırlısı olan Allah (cc). Davalı; biz yani Kur’an’ı mehcûr bırakanlar. Davacı ise; Efendimiz… Sizce bu mahkemenin sonucu nasıl olacaktır? Sonuç baştan bellidir, değil mi? Cehennem! Elim, yakıcı bir azab… Ve başlıyor dilden keşkeler dökülmeye; “Keşke toprak olsaydım! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Keşke Resulullah’ın rehberliğini ve dostluğunu kabul etseydim! Keşke vahye sırt dönmeseydim! Keşke Kur’an’ı devri geçmiş bir mesaj olarak görmeseydim! Keşke Kur’an’ı ucuza gözden çıkarmasaydım! Keşke ondan hicret edeceğime, ona hicret etseydim! Keşke… Keşke…”
     Kur’an artık o anda keşkelerin hiçbir fayda vermeyeceğini bize anlatır. O halde daha fırsat elde iken gelin Allah Resulü’nün şikâyet edeceği bahtsızlardan değil; o dehşetli günde O’nun mübarek ellerinden bize ikram edilecek bir bardak suyu kazanacak talihlilerden olalım. Nasıl mı? Elbette ki ilahî vahyi doğru anlayıp, onu hayata taşıyıp, onun gölgesinde bir hayat sürerek.
    Peki, doğru anlamanın yolu ve yöntemi nedir? İşte bu hayati sorunun cevabını ancak köklerimiz olan Sahabe neslini anlamak ile bulabiliriz. İlahî kelamı doğru bir biçimde anlamak, onun gözden çıkarılacak bir şey olmadığını, ne kadar büyük bir potansiyel ve sermaye olduğunu kavramak için, Müslümanlığımızın aynaları olan Sahabe nesline müracaat etmek zorundayız. Çünkü o bahtiyarlar topluluğu, son vahyin ilk muhataplarıydılar. Herhalde ilk ve doğrudan muhatapların, bizim gibi dolaylı ve modern muhataplara söyleyecek çok sözleri vardır değil mi?
    Gelin öyleyse şu sorulara beraberce cevaplar arayalım: Kur’an o nesli nasıl inşa etti? İlahî kelam onları nasıl etkiledi? Onlarda ayetlerin oluşturduğu etki neden bizlerde oluşmamaktadır? Onların avantajları nelerdi? Bizlerde eksik olan ise nelerdir? Vakıa-vahiy ilişkisi ne demektir? Böyle bir ilişki bir daha kurulamaz mı? Sahabe nesli Kur’an’ın rahle-i tedrisatına oturunca neleri önceledi? Neler ilk sıralara alındı? Neler sonralara bırakıldı? Sahabede tesis edilen saf Kur’an kültürü ne demektir? Sahabe Kur’an ayetlerini duyar duymaz hepsini anlıyorlar mıydı? Anlamadıkları ayetleri Efendimiz’e nasıl soruyorlardı? Efendimiz Kur’an’ın ne kadarını onlara açıkladı? Efendimiz’in vefatından sonra hayatta kalan sahabîler Kur’an’ın anlaşılması yönünde ne tür zorluklarla karşılaştılar? Bu yeni sorunları hangi yöntemlerle aştılar? Hepsinden önemlisi Kur’an’ın nazil olduğu ilk iniş üssü anlamına gelen nüzul ortamı hangi özellikleri haizdi? Kur’an iniş üssünün özellikle o coğrafya olmasının sebepleri nelerdi? Ve bu konuda daha nice sorular…
   İşte bu satırların yazarı sizlere bundan sonra kaleminin gücü nispetinde inşallah son vahyin ilk muhatapları olan sahabe neslinin Kur’an anlayışını yukarıdaki soruların ışığında ileriki sayılarda yazmaya çalışacaktır.

Alemlere rahmet olarak gönderilen o kutlu Nebi, 23 yıllık o zorlu hayatta karşılaştığı nice zorluklardan dolayı birilerinden şikâyetçi olmayacaktır.

Hâkim; hüküm verenlerin en adili ve hayırlısı olan Allah (cc). Davalı; biz yani Kur’an’ı mehcûr bırakanlar. Davacı ise; Efendimiz… Sizce bu mahkemenin sonucu nasıl olacaktır?

Kur’an sahabe neslini nasıl inşa etti? İlahî kelam onları nasıl etkiledi? Onlarda ayetlerin oluşturduğu etki neden bizlerde oluşmamaktadır? Onların avantajları nelerdi? Bizlerde eksik olan ise nelerdir?



 Muhammed Emin YILDIRIM 

Yazar hakkinda

Web Master

Teknoloji meraklısı, dinini gerektiği gibi yaşamaya ve insanlara elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışan bir kul.

Kayıtlı içerikler : 178

Yorum yaz

 

© 2008 - 2016 Yusuf BAHAR - Kaynak gösterilerek alıntı yapmaya açıktır. Bilginin borcu, onu paylaşmaktır. Umarım ki bu vesileyle bir hayır duası ola, o da inşeAllah bizi kurtara.

Scroll to top
Ücretsiz Hizmetler