Değişmişiz…
Etrafımıza gören gözlerle baktığımız zaman, içerisinde bulunduğumuz toplumun ne denli bir çöküş içerisinde olduğunu acı acı seyretmeye başlarız.
Değişen, sadece dilimiz, tabelalarımız, isimlerimiz değil; değişen rûhumuz da bu akıntıda sürüklenmektedir.
Yediğimiz ekmeğin tadı başka, giydiğimiz kıyafetin adı bir başka olmuştur.
Çocuklarımıza kendi vatanımızın dilini öğretemeden, yabancı kelimeleri ağızlarından duyar olmuşuz.
Yok ettiğimiz, insana yakışan gelenek ve göreneklerimizin yerini şakşakçılık almış. Genç kızlarımızın yürüyüşleri değişmiş, delikanlılar evlerini terk etmiş. Çocuklarımız minicik yaşlarda, hayatın ayrıntılarında zihinlerini sıkıştırır olmuş.
Samimiyetsizlik, moda hâline gelmiş. Bayramlaşmak lüks, yardımlaşmak gereksiz görülür olmuş. Bencillik tüm rûhumuzu sararken, biz aynalarda güzelliğimizi sorgulamışız.
Her yılın ilk günü, büyük gün sayılmış. Hangi felâketlerden kurtulduğumuzu fark edemeden ve gelecekte neler yaşayacağımızı bilmeden kutlamalar yapar olmuşuz, her yeni yılın gelişinde…
Kültürel çöküntüyü sofralarımızda aş olarak yemişiz, gözlerimizle ekranlardan izlemişiz, dilimizle sükûnet yapmışız. Dostlarımızla paylaşmışız, dedikodularımıza katmışız ve gururlanmışız.
Gazeteler yazmamış yok olan benliğimizin haberini… Sessizce işlemiş kanımıza…
Ahlâkın yerine edepsizlik göz dikmiş, ama hoş görmüşüz muzır bakışlarını… “Dünya değişiyor.” diyerek etiketlendirmişiz tükenen her şeyi, kendimizi kandırdığımızı anlamadan, eve gelmeyen evlatlarımızın yolunu telaşla gözlemişiz.
Özgürlüğün târifini sorgular olmuş zihinlerimiz. Yoldan çıkanlar, öğretmiş bize hayatın yollarının ne ifade ettiğini… İnanmışız… Kanmışız…
Sanmışız ki, bütün bunlara “özgürlük” deniyor, değişen dünya “iyi”ye gidiyor.
Gelişen tek şey, ahlâksız davranışlarımız olmuş, yalancılığımızı uzman yapmışız, samimiyetsizliğimizi ikiye katlamışız.
Müslümanlığımız, bir dinimizin var olduğu, başımız sıkışınca hatırımıza gelir olmuş. Namazlarımızı, bir tutam korkumuz kalmışsa kılmışız. Evlatlarımız, bu eriyen dünyada o korkuyu da tatmamış ve yürekleri artık tümüyle ulaşılmaz olmuş. Tanışamadıkları ve anlatamadığımız güzelliklere, yaratılış sebepleri de eklenmiş. Niçin bu hayatta bulunduklarını ve hangi kudret tarafından nefes alabildiklerini bilemeden, kendilerinden dahî uzaklaşmışlar, elimizden kaymışlar.
Ve biz, bütün bunların adına “değişmek” demişiz, “gelişmek”…
Evet, biz gelişmişiz…
Yok olan dünyada, rûhumuzun gül bahçesini, bataklıkla değişmişiz…
Fatma Aladağ