Firavun’u Tanıyalım
“Firavun” ismi Kur’an’da tam 74 kez geçer.
70’li yılların muhafazakâr dergilerinin başlık altında geçen ifadesiyle; dinî, millî, ilmî, siyasî, iktisadî ve ictimaî bir “kenz” (biriktirme) ve “temerküz” (merkezileştirme) karakteri olarak betimlenir.
Bütün zamanlara ve mekanlara taşınabilsin diye mümkün mertebe yer ve mekan isimlerinden arındırılarak anlatılır.
Kitab’ın en güncel, en yaşayan karakterlerinden birisidir.
Hatta baş karakteridir bile diyebiliriz.
***
Yaygın dini zihne göre Firavun “iman etmemenin” tipik karakteridir. Çünkü Musa ona hakâik-i imaniyeyi (iman hakikatlerini) götürmüş ve fakat o imana yanaşmamıştır. Ömrü boyunca imana gelmemiş, en son boğulurken “son dakika imanı” izhar etmişse de kabul edilmemiştir.
Demek ki nasıl ki her binanın bir mimarı var, şu kainat mucizesinin da bir yüce mimarı var ve Firavun onu “kalp ile tasdik” etmiyor, bunun için de “imansız” giderek azabı hak ediyor.
Buradan bakılınca mesele “inandın-inanmadın” meselesi oluyor.
Acaba öyle mi?
***
Kur’an’da geçen Musa-Firavun diyaloglarına baktığımızda bir “inandın-inanmadın” tartışması yapılmadığını görüyoruz.
Çünkü Firavun, Musa’nın getirdiği ayetlerin ‘Göklerin ve Yerin Rabbin’den geldiğini çok iyi “bilmektedir” (İsra; 102). Üstelik de halkı doğru yola (sebilu’r-reşâd) ilettiği iddiasındadır (Mu’min, 29). Yani Firavun için mesele “iman etmek” değil; bu işin “kendisinden izin alınmadan” yapılmaya kalkışılmasıdır (Araf; 123).
O zaten kendi tanrısına iman etmektir. İman etmesi mi var adam “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi/gözü” olduğunu iddia ediyor. Firavunluk eski çağların aynı zamanda çok esaslı bir “dinî” kurumu…
Peki, o zaman mesele nedir?
Mesele hangi Tanrı, hangi din meselesidir.
Musa’nın tanrısı “Mülk Allah’ındır” diyor. Firavun ise tanrısı Ra adına “Mısır mülkü benim” diyor. Amon tapınağının rahipleri de “Evet, öyle efendimiz” diye fetva döşeniyor…
Klasik zihin Mekke’de “salât eden” Ebu Cehil’de göremediğini “Tanrı’nın yeryüzündeki gözü/oğlu” olan Firavun’da da göremiyor.
Yani ortada “iki din” olduğunu, her iki tarafında Allah, din, iman iddiasında bulunduğunu ve fakat birbirinin dinini (yolunu, söylemini, taleplerini, yaşantısını) reddettiklerini, arada şiddetli bir “mülk, kenz” tartışması olduğunu anlayamıyor.
Bunun, bütün zamanların mülk, kenz ve temerküz karakteri olarak ele alınan Firavun için de geçerli olduğunu, esasında Firavun’un Mekke’deki Ebu Cehil, Ebu Leheb ve Velid bin Muğire’ye çok benzediği için sıklıkla örnek verildiğini fark edemiyor.
Şu halde “Firavun” kimdir?
Nelere sahiptir?
Nasıl yönetmektedir?
Ne şekilde davranmaktadır?
İtiriz edeni ne ile itham etmektedir?
Buradan aynı şeylere sahip olanların, aynı tarzda yönetenlerin, aynı şekilde davrananların ve aynı şekilde itham edenlerin de genetiğini çıkarmış olacağız.
Demek ki Firavunluğun itikat/iman kategorisinde değil; sahip olma, yönetme, hükmetme, ekonomi-politik duruş ve siyasal davranış kategorisinde yaşayan bir kuramsallık olarak ele alınması gerekiyor.
***
Önce Firavun’un sahip olduğu şeyler nelerdi onlarla başlayalım.
[Firavun kavmine seslenerek dedi ki: “Ey kavmim! Mısır mülkü benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?] (Zuhruf; 51).
[Ey kavmim! Bugün yeryüzüne egemen kimseler olarak mülk sizindir.] (Mu’min; 29).
Demek ki Firavun o kimsedir ki kendisini ülkenin mutlak sahibi olarak görür. Öyle ki tüm ülke onun mülküdür. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Dilediğini ihya eder, dilediğini ifna eder. İstediğine verir, istediğinden geri alır. Demek ki Firavunluk bir ülkede “mülkün” ele geçirilmesi ile başlıyor.
Peki, bu mülkten maksat nedir?
[Firavun ‘Onları bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve itibarlı makamlardan uzaklaştırdığımız için böyleler.’ diyordu.] (Şuara; 57-58)…
[Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin.] (Yunus; 88)
Demek ki Firavun’un sahibi olmakla övündüğü “Mısır mülkü” ayette geçtiği gibi ırmaklar (enhâr), bahçeler (cennât), pınarlar (uyûn), hazineler/servetler (kunûz) ve itibarlı makamlar (meqâm kerîm) idi.
Bunların bütün zamanlar için anlamı bir ülkenin/yeryüzünün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını yani tüm zenginliklerini, en itibarlı makamlarını (köşe başlarını, stratejik noktalarını) ele geçirmek ve geri kalan herkesi bundan mahrum bırakıp muhtaç duruma düşürerek kendinde “kenz” ve “temerküz” etmektir.
İşte Firavunluğun başlangıç noktası budur.
Bunun içindir ki güç bir kişide veya gurupta kenze (birikmeye) ve temerküze (merkezîleşmeye) başladı mı Firavunluk iklimine girilmiş demektir.
Bundan sonra Firavun kenzin ve temerküzün tabiatında olanı yapar yani hegemonyaya yönelir. Kur’an buna taşmak/haddi aşmak (tuğyân), bunu yapana da taşan/haddini aşan (tâğût) der: [Firavun’a git, çünkü o tuğyân etti/tâğût oldu.] (Naziat; 17).
Bu noktada “Lehu’l-Mülk” (Mülk Allah’ındır) ne demek anlaşılıyor olmalı…
Mülkü kenz ve temerküz eder işte böyle yoldan çıkar Firavun.
***
Madem bunlara sahip olmakla Firavunluk iklimine giriliyor, bakalım bundan sonra Firavun nasıl davranıyor, edip eyliyor.
[Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, fesat çıkaranlardandı.] (Kasas; 4)
Demek ki Firavun, sahip olduğu mülk (bahçe, pınar, servet, makam) ile büyüklük taslamaya (istikbar) başlar. Halkı ezer, sınıflara ayırır, erkeklerine kurbanlık koyun muamelesi yapar, kadınlarını hayasızlığa zorlar.
Sahip olduğu mülkü korumak ve kollamak için halkı baskı altında tutmak, göz açtırmamak, takip etmek, fişlemek, dinlemek, bölmek, parçalamak, halkın bir kısmını dili, ırkı, dini, mezhebi nedeniyle diğer kısmına karşı kışkırtmak, birini tutup diğerine vurmak, sınıf, hiyerarşi, kast yaratmak… Bunların hepsi “ezmek ve sınıflara ayırmak” olup tipik Firavun davranışlarıdır…
İtiraz edeni ve başkaldıranı biçmek, öldürmek, fail-i meçhullere kurban etmek, ağır hapislerde süründürmek, genç fidanları dar ağaçlarında sallandırmak, bir kuşağı yok etmek, kendi evlatlarını kıyıma uğratmak, ret, inkar, asimilasyon politikaları uygulamak, kimlikleri ve kişilikleri yok saymak, babaları kredi kartı kölesi haline getirmek… Bunların hepsi “oğullarını boğazlamak” olup tipik Firavun davranışlarıdır…
Anaları ağlatmak, nişanlıları sızlatmak, geride dul ve yetimler bırakmak, 12 saat çalıştırmak, asgari ücretle çalışan kadınları sellere kaptırmak, karnındın sıpayı sırtından sopayı eksik etmemek, hayasızlığa zorlamak, beyaz kadın tacirlerine, uyuşturucu kaçakçılarına zebun etmek, güvencesiz çalıştırmak, ırgat gibi koşturmak, bedenini kullanmak, ruhunu kirletmek… Bunların hepsi “kadınlarını sağ bırakmak” olup tipik Firavun davranışlarıdır…
Ayrıca “oğullarını/erkeklerini boğazlamak” şu anlama da gelir: Firavun eril çıkışları boğazlar, öldürür. Yani erkekçe dik duruşları sevmez. Başkaldıranı, itiraz edeni, muhalif olanı boğazlar. Bu durumda “kadınlarını sağ bırakmak” da şu demek olur: Dişil davranışlara ses çıkarmaz, hayat hakkı tanır, yaşatır. Yanaşmaları, sokulmaları, suyuna gitmeleri sağ bırakır hatta ödüllendirir…
Keza oturduğu yerden para kazanmak, emeğe, alınterine el koymak, başkasının sırtından zengin olmak, arsa, tarla, ihale, yatırım adı altında oraya buraya sahip olmaya kalkmak, insanların barınma ihtiyaçlarını kullanarak 30 yıl vadeyle ev taksidine bağlamak, sonra bir gecede kiriz çıkarıp hepsini geri almak, sıcak para adı altında ülkeyle para sokup insanları iliklerine kadar faizle sömürmek, yılda 56 milyar dolar faiz hortumu ile insanların kanını emmek… Bunların hepsi “fesat çıkarmak” olup Firavun-Karun ikilisinin banka-borsa-tahvil üç kağıt fasadına denir. Kur’an’da fesat sanıldığının aksine sahip olmak (mülk) yani ele geçirmek ile ilgilidir…
Halkını sınıflara ayırır, yaşatır, öldürür, zebun eder işte böyle yürütür mülkünü Firavun.
***
Firavun bunları yaparken hep dini diyaneti kullanır.
[Firavun, ‘Ey ileri gelenler! Sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân! Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki Mûsâ’nın ilâhına çıkar bakarım (!)] (Kasas; 38)
Görüldüğü gibi Firavun kendine “ilah” diyor. Sahip olduğu mülk (bahçe, pınar, servet, makam) ile büyüklük taslıyor ve yıkılmaz bir güce sahip olduğunu düşünüyor.
Demek ki, esasında, Kur’an’ın “ilah” dediği gökte uyduruk tanrılar veya yerde cansız, tahtadan taştan putlar değildir. Kur’an’ın “ilah” dediği mülkü ele geçirmiş, kenz ve temerküz sahibi içimizden birileri yani insanlardır.
Bunlar mülkü (bahçe, pınar, servet, makam) ele geçirir, kenz ve temerküz eder, tabiatı icabı da hegemonyaya (tuğyan) yönelirler. Bununla halkı ezer, sınıflara ayırır, oğullarını boğazlar, kadınlarını sağ bırakır ve fasat çıkarırlar. İşte buna Kur’an ilahlaşmak diyor.
Bu noktada “Lailahe illallah” (Allah’tan başka ilah yoktur) ne demek anlaşılıyor olmalı…
Sonra Firavun, Hâmân (din adamı) ile de halka kumpas kurar. Ondan Musa’nın itiraz ve isyanı karşısında halkı afyonlayacağı bir uyuşturucu ister. “Bana ateş yak, tuğla pişir, kule yap” der. Bununla Musa’nın tanrısına çıkacaktır. Yani Musa’nın tanrısından aldığı şeylerin bir benzerini getirecektir. Ancak bir farkla ki onda Tanrı’nın Firavun’un yanında olduğu, Firavun’a (ulu’l-emre) itaatin farz olduğu, Musa’nın isyankar, ihtilalci ve servet düşmanı olduğu yazılı olacaktır. Çünkü Musa’ya karşı koymanın en etkili yolu onun konuştuğu kaynaktan (Allah, din) konuşmaktır. Hâmân’ın ateş yakması, tuğla pişirmesi ve kule yapması bu demektir…
Din adamına fetvayı verdirtir, halkı işte böyle uyuşturur Firavun.
***
Firavun muti kullarına bol rızık dağıtır, ödül verir.
[Sihirbazlar Firavun’a geldi ve ‘Eğer yenersek ödül var mı?” dediler. Firavun, “Evet, en yakınlarımdan olacaksınız.’ dedi.] (Araf; 113-114)
Görüldüğü gibi Firavun “sihirbazları” ile de halka kumpas kurar.
Sihirbazlarına (göz boyacılarına, yandaşlarına, şaklabalanlarına) muhalefete karşı başarılı olurlarsa ödül vadeder. Bu ödül ise onları en yakınlarından yapmaktır. Yani yükselmeleri, kariyer yapmaları, iyi para kazanmaları, yönetimin gözdesi haline gelmeleri, en iyi makamlara yükselmeleri, birinci halka içinde yer almaları, majestelerinin uçağına binebilmeleri vs.dir.
Bunun karşılığı olarak iyi göz boyamaları, yeni numaralar icat etmeleri, toz pempe tablolar çizmeleri, her şeyi iyi gidiyor göstermeleri, muhalefet edene iyi vurmaları, deşifre etmeleri, andıçlamaları, çok iyi teoriler yazmaları, kalemlerini, köşelerini, ekranlarını çok iyi kullanmaları yani asalarını yılana çevirebilme başarısını çok iyi göstermeleri gerekir.
Sihirbazına tasmayı takar, işte böyle kendisi için havlatır Firavun.
***
Firavun için önemli olan bir şeyin yapılması değil; yapılırken “kendisinden izin alınması”dır.
[Firavun dedi ki: ‘Ben size izin vermeden ona iman ettiniz ha! Bu açıkça, kendi ülkemde halkı benden koparmak için kurulmuş bir tuzaktır. Göreceksiniz!] (Araf; 123).
Görüldüğü gibi Firavun otoriter olduğu gibi totaliterdir de. Her şey için ondan izin alınmalıdır. Kuşlar bile uçarken ondan izin almalıdır. Memlekete komünizm lazımsa onu da o getirecektir. Ondan habersiz bir şey düşünmeye, bir karar almaya, bir eylem planlamaya gerek yoktur. Her şeyi zamanı geldiğinde o düşenecek ve yapacaktır. Bize düşen dinlemek, itaat etmek, gözlerimizi Firavun’dan ayırmadan, o ne yöne esiyorsa o yönde hizalanmaktır.
Zatını aleme çok lazım sanır, işte böyle herkesi kör, sağır ve dilsiz eder Firavun.
***
Ve gün olur asra bedel bir “uyarıcı, elçi” Firavun’un karşısına dikilir. Firavun ve âvanesinin ithamları sıradan mı sıradan, klasik mi klasiktir:
[Firavun dedi: ‘Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? (Şuara; 18)… Firavun’un kavminden zenginlikten şımarmış ileri gelenler dedi ki: ‘Bu adam usta bir sihirbazdır. Sizi yerinizden çıkarmak istiyor. (Araf; 109-110)… Firavun ‘Bu size gönderilen elçiniz mecnundur” dedi] (Şuara; 27)… Bu iki sihirbaz, sihirleriyle sizi yerinizden etmek ve rejiminizi yıkmak istiyor.] (Taha; 63).
İtiraz, isyan ve uyarı önce görmemezlikten gelinir. (Musa Mısır’a geldiğinde iki yıl saraydan randevu verilmemişti). Derin bir sessizlik ve kale almama pozlarına bürünülür…
Sonra başa kakma, ardından alay…
Ve ithamlar başlar: Sihirbaz, mecnun, yalancı…
“Sihirbaz” yalanları ortaya çıkaran, sahtekarlığı deşifre eden manasındadır. Elçilerin sihirbazlıkla suçlanması, tavşandan çapka çıkardıkları için değildir. Firavun ve kavmin zenginlikten şımarmış ileri gelenleri (mele-i- mütref), halkın “kendilerinden izin almadan” nasıl olup da bu “saçma sapan” sözlere rağbet ettiğini anlayamaz ve büyülenmiş/kandırılmış görürler. Kurdukları yalan dolan düzenini deşifre ettikleri, sahtekarlıklarını ortaya döktükleri için de elçileri sihirbazlıkla suçlarlar.
“Mecnun” ise delice sözler söyleyen, aklı başında konuşmayan, “reel-politiğe” uygun olmayan, akıntıya kürek çeken, uygulanabilirliği olmayan laflar edip duran, Firavunu kızdıracak, majestelerini rahatsız edecek sözler eden manasındadır.
Ayette geçen “Yerinizden sizi çıkarırlar/çıkaracaklar” (yuhricâkum min arzıkum) tabiri “Sizi koltuğunuzdan edecekler, iktidarınızı elinizden alacaklar, buralardan sürüp çıkaracaklar, devirecekler” manasına geliyor. Keza “Örnek/üstün yolunuzu giderirler/giderecekler” (yezhebâ bitarîgatikumu’l-müslâ) tabiri de “Kurduğunuz herkese örnek ve üstün yolunuzu/sisteminizi/rejiminizi giderecekler, yıkıp çökertecekler” manasındadır. “Müsla” kelimesi örnek, üstün, ideal anlamına geliyor. Put, heykel (temâsil) kelimesi de bu köktenden. Bu durumda “Putlarınızı yıkacaklar, heykellerinizi devirecekler” manasını da zımnen içerir…
İtirazı hiç sevmez, muhalefetten nefret eder, isyan karşısında panikler ve işte böyle itham eder Firavun.
***
Tanıyın bunları.
Dinî, millî, ilmî, siyasî, iktisadî ve ictimaî “kenz” ve “temerküzün” olduğu yerde görülür.
Yeri, zamanı, mekanı, dini, mezhebi, ırkı, milliyeti yoktur.
Kitab’ın en güncel, en yaşayan karakterlerinden birisidir.
Kur’an’da tam 74 kez geçer.
R.İHSAN ELİAÇIK
Warning: Use of undefined constant rand - assumed 'rand' (this will throw an Error in a future version of PHP) in /home/yusufbah/public_html/wp-content/themes/ribbon/single.php on line 35